/ /

Ekranlardan hayatı zehir etmek

28 Eylül 2013

Necef Uğurlu

KAYDA GEÇSİN!

Medyamızın uzun süredir ağzından çıkanı kulağı duymuyor, kamu yayıncılığı açısından moraliteyi yükselten bir tarz değil.

 

Oldukça sert, hoyrat, yarıştıran, bağırtan, çağırtan , bir tarz oluştu.
Ne tuhaftır ki bu barış için, silahların bırakılması için gayret sarf edilen bir dönemde oluyor.

 

Medya aktörlerinin birbirlerine karşı hoyratlıktan bahsetmiyorum, o kendi bilecekleri iş, hatta kamu yararına çünkü haberlerde uygulayamadıkları şeffaflığı birbirlerine uyguluyorlar, kendileri hakkında gerçekleri anlatmaları da bir başlangıç bir umuttur .

 

Ama bir süredir ‘gazeteci’, ‘sanatçı’, ‘yorumcu’, ‘yazar’ ülkemizde çok kolay armağan edilen titrler oldu medyada .
Dar çevre herkesi gazeteci, yazar, yorumcu, artist yaparak böyle mi yıkılır, insaf , kayda geçsin.

 

Bu kadar kolay mı , hiç mi evrensel ölçek, emek istemez bu işler ?

 

İştir , emektir mesleği belirleyen, yoksa titrlerin canı cehenneme , Machiavelli bile insanları titrleri onurlandırmaz, insanlardır titrlerini anlamlı kılan demiş.

 

Kimi ekran müdavimleri paraların üzerindeki resimlere döndüler, kimin resmi olursa olsun paraya değer katmayan sadece resimler.
Ekranlar burada para oluyor metaforda, kayda geçsin.

 

Daha geçen yıl ekranlarda birden bire beliren bir genç adamın, memleket idaresi hakkında fikirler beyan ederken ‘ben gazeteci değilim ‘ demek sığınağıydı nasıl oldu da bu yıl değişimin öncülerinden gazeteci transferi listesine girdi , aceleye geldi dar çevre yıkımı çok aceleye , kayda geçsin.

 

Medyamız kendi söyler, kendi dinler, kendi çeker, kendi izler hale geldi, hala rekor filan kırdıklarından bahsediyorlar.
Artık bir de yetmiyor iki Amerikan dizisini bir edip Türkiye’yi mekan olarak kullanıp Türkleştirmeye çalışıyorlar, yabancı diziler Türkleştikçe biz yabancılaşıyoruz, çok Türkifikasyon gördük tarihte ama böylesi ilk defa oluyor, yabancı diziler Türkleştirilmeye çalışıldıkça, Türk kızına aşık olup, uğruna Müslümanlığı seçip sünnet olan Amerikalı erkeklere dönüyorlar.
Biz izleyiciler ise yabancılaşıyoruz.

 

Tuhaf bir durum, tuhaflıklar kayda geçsin.
Ve bu yabancı abartması dizilerin bütün gayrete rağmen yerlileşememe sorunu var, tarihi olanlar da bu trajediyi yaşıyor ben onca çabaya yanıyorum, İlber Hoca’dan yiyorlar azarı , böyle değildi deyip bitiriyor işi haklı olarak.

 

Medya alanında meslekleri yok ederek bu canım ülkeyi ucuzlaştırmıyor muyuz ?
Birde gündemde olma telaşıyla her Allah’ın günü medya sathında saçmalamak zorunda olanlar var.
Akım kakım laflar edip gündemde kalanlarla mı ayakta kalacak medyamız, ne hesaptır bilemem ama zor gibi görünüyor.

 

Bunlarında başlıkları belli, bazıları durumu askere muhalefetle idare ediyor, vurun askere ekmek paraları olmuş .
Durup dururken bir spor kulübü başkanıyla antrenör ilişkisini hiyerarşiye bağlayıp askere diskur çekmek, kıssadan hisse vermek ne menem iştir.

Bu saçmalığa karşı çıkanlar ihtilal mi istiyor oluyorlar , hayır sadece bu saçmalığa hayır diyorlar .

 

Kürt düşmanlığından ekmek yiyende çok gördük, şimdilerde Kürt sevmeyi çok daha karlı buluyorlar ki dönmüş vaziyetteler, meğer yıllardır ne çok severlermiş Kürtleri de saklamışlar içlerinde , başımıza yıllarca mahsusçuktan Türkçü kesilmişler !

 

Şimdi de Türkleri sevmemekten ekmek yiyenler var.

 

Derdimiz hiç bitmiyor, tahterevallide bir Türk, bir Kürt iniyor çıkıyor .

 

Kürtleri sevmek , haklarını savunmak illa Türk düşmanlığı gerektirmez hatta iki tarafı severek meseleler yoluna girer diye düşünenlerdenim.

 

Ama medyanın bazı aktörleri aynı fikirde değil , çoğunluğu yalnız hissettiren bir medya oluştu bu tuhaf durumu da kayda geçirelim.

 

Örneğin ;
Bir akademisyen ne zaman ‘Türk‘ ismini duysa altında ırkçı bir mana arayabiliyor , yüzü gözünü buruşturabiliyor ekranlarda .
Geçenlerde birisi ‘ Ben Hristiyan Türküm ‘ demiş , vay ne lüzum varmış, niye Türk sıfatını kullanmış, gereksizmiş .
Bir isim , bir manevi sıfattan bu kadar rahatsız olunur mu ? Hani insanlar kendilerini nasıl ifade etmek isterlerse öyle ifade edeceklerdi, yanındaki program arkadaşı bile dayanamadı hatırlattı .

 

Birde bu ‘Türk’ kelimesinden rahatsız olanlar hemen arkadan ‘Bakın ben Türküm’ demiyorlar mı insan bunlar kendilerinden de mi nefret ediyor diye sormaktan kendini alamıyor , öyleyse kendisiyle barışık olmayanlar kendilerini farklı tanımlayanlarla nasıl barışık olup birlikte nasıl demokrasiyi kuracaklar sorusu havada kalıyor.

 

Bazı medya şahsiyetleri sanki vuracakları yer belli , ekranlarda attıkları her şamar için aylığa bağlanmışlar gibi.
Bunun dışında konuşursa prim alamaz, maaşı kesilir diye mi korkuyorlar acaba, çünkü bu kadar saçmalayacak insanlar değiller, tahsilli, akıllı adamlar.

 

Birde manalar çıkartmak huyu edindi medyamız , haber yok, yerine mana uydur.
Haberal, Fatih Üniversitesini niye ziyaret etti bunlardan biri, niye etmesin ?
Akademisyenlerin birbirleriyle görüşmeleri çok mu olağan dışı, eğer öyleyse asıl sorun bu ve bence haber olacak nitelikte bir durum.
Bilmediğimiz bir şey varsa yazılsın, belgelensin ama ziyaretten mana çıkarmak pek tuhaf.

 

Diz boyu din- siyaset sarmalında gitgide unutuldu mu dualı sözlerimiz ne, ekranlardan zehir ediyoruz hayatı birbirimize.

 

Medyada gitgide sadece resim, isimler var ekranları kaplayan , bir de villaları, tekneleri, aldıkları , harcadıkları , servetleri , alışverişleri , aşkları, çocukları … bizde arsız kaostan düzen çıkar diye bekliyoruz !

 

Medyada işlerini bu şartlarda yapmaya çalışan , direnen ahlaklı insanlar yok mu, elbette var .
Siyasi seçimleri dürüst kişiliklerinin asla önüne geçmemiş , doğru olanı yazmayı, söylemeyi şiar edinmiş , farklı düşüncelerini durdukları yerlerden söyleyebilen, eleştirebilen , kalemleri keskin kalpleri temiz , kendilerini pazarlama derdi olmayan insanlar var .
Bazen bir yazı okuyorum arınıyorum.
Mesela ; İbrahim Karagül ’28 Şubat Hırsızları ‘ yazısında ‘Yakın tarihin kirli işlerinin aydınlatılması ancak ve ancak bu para trafiğinin izlenmesi ile mümkün olacaktır ‘ diyerek kurt masalını kestirip atmış, doğru söze ne denir .
Dürüst bir kalemin, coğrafyasına hakim bir gazetecinin bu sözleri elbette çok kıymetli . 28 Şubat’ın beş ayağını açıkça işaret ediyor, gerisi onun işi değil zaten, o görevini yapmış yazısıyla . Kayda geçiriyoruz.

 

Fatma Barbarosoğlu’nun ‘Yüzleşme’ başlıklı yazısı ise diğer pek çok yazısı gibi edebi bir metin , kalpten sözleriyle ‘güçsüzlerin dünyasına dair ‘ yazmaya devam ediyor.

 

Kapitalist düzen ve muktedirler ilişkisini , ve izdüşümü medyanın neden bu hale geldiğini merak edenlere her iki yazıyı okumalarını öneririm.

 

Karagül ve Barbarosoğlu’nun yazılarında bu günkü medyanın şifreleri var.

 

Kurt masalına nasıl son verilir anlamak isteyenler için naçizane bir tavsiye.


Yorumlar(0)