/ /

’40 yıl bir yastıkta’

19 Aralık 2013

Özlem Yılmaz

Bilenler bilir, bu aralar çokça belediye haberleri yapar olduk. Zira belediyeler, İstanbullu’ nun hayatını kolaylaştıran ve zorlaştıran icraatlara sahip… Belediyeniz iyiyse çöpünüz zamanında alınıyor misal, kötüyse çöpler birikiyor, koku yapıyor, sinekler üşüşüyor, sonrası berbat bir hikaye… En basiti çöp örneği, daha da büyütelim mi örneği? Boyu 1.70 üzerinde olanların bile zorla çıkabileceği yükseklikte kaldırımlar görmüyor musunuz semtinizde? Şanslısınız demektir… Bu basit ve gündelik  örnekler bile belediyelerin kent yaşamını ‘vezir ya da rezil’ edebilme ihtimallerini ortaya koymaya yetiyor.

Mercek altına aldığımız en son belediye olan Ümraniye Belediyesi’ nin hizmetlerine baktığımızda, en çok dikkatimizi çeken ‘Bir Yastıkta 40 yıl’ projesi oldu. Bu projenin bir ürünü olarak ortaya çıkmış bir kitap bile var.

Proje, Ümraniye Belediyesi’nin resmi internet sayfasında şöyle anlatılıyor: ‘Evliliği 40 yılı aşmış örnek çiftlerin mutluluklarının sırrını yeni kuşaklara kalıcı olarak aktarmalarını sağlamayı amaçlayan bir sosyal projedir. Ümraniye Belediyesi’nin himayesinde yürütülen proje kapsamında ilçede yaşayan ve 40 yılı aşkın örnek aile yaşamları ile dikkati çekmiş ve yeni kuşaklara mutluluğa dair söyleyecekleri olan çiftlerin içinde yer aldığı bir kitap hazırlandı. Çiftlerle yapılan röportajlar doğrultusunda hazırlanan kitap, bugünün ve yarının gençlerine mutlu ve uzun süren evlilikler hakkında önemli ipuçları vermektedir. Özellikle son zamanlarda Dünyada ve Ülkemizde artan boşanma oranları, toplumun en önemli temel taşlarından biri olan ailenin hasara uğradığının göstergesi. Sağlıklı bir toplumun var olması sağlıklı aile ortamında yetişmiş bireylerin varlığıyla mümkün olabilmektedir.’

Belediyenin resmi internet sayfasında girerseniz, karşınıza, proje ile ilgili hazırlanmış bir PDF dokümanı çıkacak. Bu PDF’ te uzun yıllardır evli olan kimselerin evliliğe dair görüşlerini yansıtan röportajlar yer alıyor. PDF’in başlangıcında Belediye başkanı Hasan Can ve Tv’lerden aşina olduğumuz sunucu Tuluhan Tekelioğlu’nun konuyla ilgili görüşleri var.

Tuluhan Tekelioğlu’nun yazısında şöyle bir kısım var: ‘Uzun evliliklerde erkeğin belirleyiciliğinin öne çıktığını görüyoruz. ancak ilerleyen zamanlarda fedakârlıkta sınır tanımayan eşlerinin karşısında ‘ıslâh olma’ hâllerine tanık oluyoruz. Bir hanımefendi “Gözünü nerede açtıysan orada ölürsün. Allah’ın emridir, boşanmak yasak birşeydir. “

Birkaç cümle ardından şöyle devam ediyor Tekelioğlu; ‘ Görücü usûlü evliliklerin kendine has bir çimentosu oluyor. Geleneklerin ortasında kalan harcın, zamana karşı dayanıklılığı da teslim ediliyor. Ortak özellik olarak ‘Kanaatkâr olma ve sabretme’ halleri bu harcın temel malzemesi; Susmak da öyle… ‘

Yazının sonu – artık- şaşırtmayan bir klişeyle bitiyor ; ‘ Evlilik söz konusu olduğunda kadınların özverisi her dönemde öne çıkıyor. Kitap bunun sayısız kanıtların ortaya koyuyor. Çağlar öncesinde böyleydi, günümüzde de değişmedi. Çok eski bir atasözümüz aynı şeyi söylemiyor mu: “Yuvayı yapan dişi kuştur!” ‘

 

Muammer Güler ve eşi Neval Güler, çiftlere 'bir yastık' temalı hediyeleri takdim ediyor.

Muammer Güler ve eşi Neval Güler, çiftlere ‘bir yastık’ temalı hediyeleri takdim ediyor.

Bir dişi kuş olarak, yuva yapmaktan başka yeteneklerimiz olduğundan bahsederek başlamayacağım konuşmaya… Tv’lerin ana haber bültenlerinde dahi yer almayı başaran bir konu olan evlilik konusu ile ilgili,  kadın programlarındaki  evlilik uzmanlarına (?!) sorulan en bıktırıcı soru olan ‘Sizce uzun evliliğin sırrı nedir? ‘ sorusuna cevap da aramayacağım. Zira bu sorunun bıktırıcılığı ve klişeliği ‘Issız adaya düşeniz yanınıza alacağınız üç şey nedir? ‘ sorusundaki bezdiriciliğe eşdeğer…

İlkokul 4’ten itibaren görmeye başladığımız Sosyal Bilgiler dersiyle başladık toplumu ve toplumu oluşturan ögeleri (ve öge kelimesini ‘Acaba öğe olarak mı yazmalıyım?’ diyerek hep tereddütler içinde ter dökmeye başlamamız ilkokul 4’e tekabül eder) öğrenmeye. Toplumu oluşturan çekirdek birim aileydi, hala öyle mi geçer kitaplarda, bilmem. Bireyselleşemedik, bireyselleşmeyi sanki biraz ‘bencilleşmek’ olarak algıladık. Fazlaca grupsallaştık, birimiz hepimiz içindi, babalar hep bizim içindi, hep korudu, dişi kuş anneler de evde yemek yaparak evimizi ısıttı, ama hepimiz birimiz için olabildik mi, bir Allah’ın günü de anne arkadaşlarıyla eğlenmeye gidebildi mi mutfak önlüğünü çıkarıp, şöyle bir coşup eve az çakırkeyf gelebildi mi bilmiyorum, bunu sorgulamaya yaşım ve yaşanmışlığım pek yetmiyor ey okur…

Evet kollektif ruh güçlüdür, bir toplumda kollektif ruh iyi bir kenetlenmeyi beraberinde getirir.

Sanırım, hakkımızı ararken az kollektif, aile yaşantısında çok kollektif olduk.

Ağzı sıkı kavonozları hep babalar açabildi, anneler sıcacık çorbalarla buharlanan mutfak penceresinden, elinde çocuklarına çikolatayla gelmiş ev reisini görünce el salladı ve aynı pencereden sokaktaki oyuna doymayan çocuklarına seslendi; ‘Çocuklaaaaar! Koşun babanız geldi. Yemek yiyeceğiz.’ 

Sonra biraz düşünmeye başladık toplum üzerine, toplumu oluşturan en küçük öge aile değildi sanki düşündükçe, bireydi… Azıcık bireyselleşelim dedik. Büyüklerimiz de onayladılar bu fikri, fakat atladığımız bir nokta olduğu konusunda uyarıp, fikir verdiler: ‘ Sağlıklı bir birey, sağlıklı, huzurlu bir aile içinde yetişir.’ Nitekim, sağlam kafa da sağlam vücuttaydı…

‘Evde huzuru olmayan, işinde gücünde, okulunda nasıl huzur bulsun’du… Bugün öğrencilik yıllarınızı bir düşünün, öğrenci olanlar da yaşadıklarını bir düşünsün. Eve çıkma fikirlerimizi ailelerimize, ‘Ya yurt otel gibi, ev sıcaklığı yok, insanın evi olsa bir sıcak çorba yapar, hem özel hayat diye birşey kalmıyor yurtta. Mecburiyetten selamlaşıyoruz oda arkadaşımla, huzurum kalmadı, derslere bile odaklanamıyorum’ deyip de tencereye çorba yapmak için bir el sürmedik,  eve kutu kutu pizza söylemedik mi…

Lafı uzatmadan toparlamak gerekirse -ki gerekir – bu kitabı okumaya değer… PDF’ e baktığımda, yer alan örnek çiftlerin en ortak özellikleri arasında ‘en az 40 yıllık evli oldukları, kavgaların evliliğin tuzu biberi olduğu, çocuğun aile bağlarını güçlendirdiği” göze çarpıyor. Hatta röportajda yöneltilen ‘Fedakarlığı en çok kim yapıyor? ‘ sorusuna bir hanım ‘Kadın, kadın, kadın. 3 defa kadın, 1 defa erkek. Rabbim böyle yaratmış.’ diyerek cevap veriyor.

Bir de ilginç bir husus var ki, yazıyı Sosyal Bilgiler öğretilerimizi düşündürmeye yöneltecek cinsten… Röportajlarda evlilikten hep bir kurum olarak bahsediliyor. Saygı, kurumsallaşmakla eş değer sanki… Düşündürüyor bu konu açıkçası, iş yerlerinde, ofislerimizde kurumsallaşmanın gri ve basık tavanlı odalarına hapsolmayalım diye ‘sizli bizli’ konuşmayı kaldırınca bile bir gevşeme olmuyor değil, yalan yok. Saygıyı arada mesafe bırakmadan, kurumsallaşamadan yakalayamıyorsak, insanlık utansın diyor geçiyorum sevgili okur…

Röportajları okumanızı ‘editörün ısrarı/tasviyesi’ başlığı altında ısrarla tavsiye ediyorum. Okurken kafamı guguk kuşu gibi salladığım bir nokta var, ‘Şimdiki evlilikler niye kısa süreli? ‘ sorusuna cevaben ‘kötü günleri paylaşmak için sabrın eksik olduğu, tahammülsüzlüğün hüküm sürdüğü’

İfadeye kafa sallıyorum evet, tahammülsüzlük apaçık… Fakat tahammülsüzlüğün altını deşmek gerekiyor. 21. yüzyılın bitmek bilmeyen mesailerine karşılık az maaşlar, evde oyun oynamak için bekleyen çocuklara harcayacak bir enerji kalmayışı, İstanbul’un trafiği, faturalar, kiralar, meraklı komşular, mobbing sever yöneticiler olmasın sakın o tahammülsüzlüğü körükleyen… Yoksa ben mi suçu ‘sistem’e atıyorum…

Ve uçamayan kuş familyasından bir dişi kuş olarak,  ‘sadece kadınların penceresinden bakmış’ önyargısına maruz kalabileceğim  ihtimalini de göz önünde bulundurarak, röportajdaki bir parçayı yineleme ihtiyacı duyuyorum: ‘Fedakarlığı yapan kadın, kadın, kadın. 3 defa kadın, 1 defa erkek. Rabbim böyle yaratmış.’

 

 
Editörün Notu: Röportajlar arasında İçişleri Bakanı Muammer Güler ve Eşi Neval Güler’in evlilik hikayesi de yer alıyor. Meraklılar için not düşülmüştür.

 


Yorumlar(1)

  • Henüz önerdiğiniz siteye giremedim ama yazdıklarınıza tamamen katılmak ta çok zor sevgili yazar. Fedakarlığı kadınların yapması gerektiğine inanılan yıllar, kadınların çalışma hayatına katılmasıyla düşüşe geçti, günümüzde ise kırsalda kaldı…Evliliklerin kısa sürme nedeni olan tahammülsüzlük, tahammülün artık bir değer olarak kabul görmemesinden olabilir mi? Daha evliliğin başında kafalarda,
    ‘Neden tahammül ediyim ki?’ var zaten. Bu arada suçu maaşlara, faturalara, mobbing sever yöneticilere yıkmadan önce, şu tüketim arzumuzu, dolaplarımızı bekleyen gereksiz eşyaları gözden geçirelim….bence :)))