/ /

Osmanlı’da hayvan sevgisi

26 Eylül 2013

Av.Deniz Tavşancıl Kalafatoğlu

İstanbul’un fethinden beri köpekler, İstanbul’un bir parçası haline gelmiştir. Bizans döneminde, daha çok kedilerin hakim olduğu kentte, Türklerle birlikte, köpekler dokunulmazlık kazanmıştır.

Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemi olan Kanunî Sultan Süleyman döneminde kaleme alınmış çok sayıda seyahatnamelerden Ogier Ghiselin de Busbecq’in mektup formatında kaleme aldığı seyahatnamesinde, Osmanlı’nın hayvan sevgisi de kaleme alınmıştır.

Türklerde at sevgisine ve özellikle sokak hayvanlarına karşı merhametli ve müsamahakâr ve fedakâr oluşları vurgulanmıştır. Bu konuda en önemli emsal olarak kuş evleri gösterilmiştir. O kuş evlerinin yapılmasının ne kadar zor olduğunu düşündüğümüzde, kuşların rahat etmesi için insanların ne gibi sıkıntılara katlandıklarını görebiliriz.

“Türk lâlesini” Avrupa’ya tanıtmış da biri olan Busbecq’in seyahatnamesinde;  “…Venedikli bir kuyumcu kuş tutmaktan hoşlanırdı. Tuttuğu kuşlar arasında da, bir kuşun kanatlarını gerip evin kapısına astı. Ağzını da bir çöple germişti. Sokaktan gelip geçen Türkler, durdular, kuşa baktılar. Kuşun kımıldadığını, canlı olduğunu görünce, hâline acıdılar. Zavallı bir kuşa böyle bir işkenceyi yapmanın müthiş bir cinayet olduğunu söylediler. Kuyumcuyu evinden dışarıya çıkarttılar. Ensesinden yakalayıp hâkimin (Kadı’nın) huzuruna çıkarttılar. Hâkim ağır bir ceza vereceği sırada, Venedikli azınlığın adlî işlerine bakan bir memur olan Venedik Balyozu gibi biri geldi ve suçlunun kendisine teslimini istedi. Zor belâ kuyumcu bu surette kurtarılabildi.” Şeklinde kaleme alınmış Osmanlının hayvan sevgisine örnek güzel bir olay yer alır.

Ahlaklılık ve merhametlilik temel prensipleri içerisinde, her canlının hayat şartlarını düşünen ve bu konuda önemli kararlara imza atan Osmanlı Devletinde, sokak hayvanları, işte böyle, kanunlar çerçevesinde, devlet güvencesinde korunuyordu.

Hayvanlar için sağlanan devlet korumasının yanı sıra, Osmanlı halkı da hayvanları koruyup kollamaktaydı. Halk, hayvanlarla beraber yaşar, hayvanlara karşı özenli ve duyarlı davranır, ihtiyaçlarını gidermek için elinden geleni yapardı.

Osmanlı evlerinde, hem yeşillikle, hem de hayvanlarla iç içe yaşanırdı. Ev sahiplerinin; sütünden ve gücünden yararlanmak üzere besledikleri evcil hayvanların yanı sıra, çatı aralarında kırlangıçlar, bacalarda leylekler yaşardı. Kuş yuvalarını bozmak günah sayılırdı. Kumru ve güvercinler de, kendilerine yem verilen fakat kafese hapsedilmeyen diğer ev ortaklarıydı.

Yeni bir inşaat yapılırken, kuşlar güvercinler unutulmaz; onlar için binalara, mutlaka su yalakları yapılırdı.

Osmanlı halkı arasında, pazarlardan satın aldıkları kuşları azat etmek, önemli bir hareketti.

Osmanlıda, muhtaç durumda olan insanlar için açılan aş evlerinde, insanların dışında kedi ve köpekler de doyurulurdu. Hayvanlara bakılması için uşak tutulur, maaş verilir, fırıncılara ve kasaplara, köpekler için aylık para verilirdi. Sadece hayvanlar (kedi ya da kopek) için kurulan vakıflar, tarihte yerini aldı.

Ayrıca, o zamanlar Mancacılık diye bir meslek vardı. Mancacı, kedi köpek yiyeceği demek olan mancayı, satar; dileyen, Mancacıdan aldığı yiyecekleri hayvanlara verir, dileyen parasını verir Mancacı onların yerine sokak hayvanlarını düzenli olarak beslerdi.

Bir ata, katıra veya deveye fazla yük yüklenmesi halinde, zabıta memurlarına, hayvanın bu mağduriyetine engel olma ve hayvanın dinlenmesini sağlama yetkisi verilmişti. Yine zabıta memurları sahipli hayvanların karınlarını kontrol eder, iyi beslendiğine kanaat getirmedikleri hayvanların sahiplerine ağır cezalar keserlerdi.

Ağır yük taşıyan atların, cuma günü ikindiden sonra tatil etmeleri sağlanır, yükleri boşaltıldıktan sonra üzerlerine dahi binilmezdi. Top çeken büyük baş hayvanlar, yaşlanınca satılmaz, ölene kadar iyi bakılmaları için maaşa bağlanırlardı.

Osmanlıda halk, vasiyetnamesinde sokak köpeklerine de yer verir, onlara da bir miktar ayırırdı.

Dolmabahçe’de kuş, Üsküdar’da kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sonbaharda geri dönemeyen ve yardıma muhtaç leylekler için açılmış dünyanın ilk hayvan hastanesi olan Bursa’daki Düşkün Leylekler Evi, Osmanlı Devleti’nin, hayvanlara verdiği önemin en güzel örnekleridir.

Osmanlı Devleti’nin hayvanlara karşı işte bu hassas ve adil yaklaşım ile yaptığı düzenlemeler, sadece tarihteki diğer milletlere değil, günümüzde de, tüm dünyaya emsal teşkil edecek  mahiyettedir.

Ancak, ne yazık ki, hayvanlara karşı bu hassasiyet ve adil yaklaşım, Osmanlı toprakları üzerinde batı kültürünün etkisinin artmasıyla birlikte azalmaya başladı ve o etki ile başlayan erozyon da, günümüze artarak hatta çığırından çıkarak geldi.

Galata’da gezerken köpek saldırısına uğrayan İngiliz turistin, köpekten kaçarken yüksek bir yerden düşüp ölmesi üzerine, Sultan II. Mahmut, sokak köpeklerinin toplanıp şehir dışına bırakılmasına karar verdi;  neyse ki vicdanlı halkın isyanı üzerine, köpeklerin şehir dışına sürgünü durduruldu. Halk, köpeklerin, şehri belalardan koruduğuna inanıyordu; o nedenle köpeklerin başına bir şey gelmesine göz yumamazdı.

II. Abdülhamit döneminde çıkan kuduz salgınında, padişah, köpekleri boğdurmak, yaktırmak veya şehir dışına yollamak yerine, kuduzla savaşmayı seçti. Kuduzu engellemek için dünyanın üçüncü kuduz enstitüsünü, İstanbul’da açtırdı.

İstanbul’da köpeklerin sonu, İttihat ve  Terakki dönemi ile geldi. 1910 yılında yaşanan Hayırsız Ada vakası tam bir felaket, Osmanlı için yüz karası oldu.  Yaklaşık 80 bin sokak köpeği, birkaç gün içerisinde toplanarak vapurlarla Hayırsız Ada’ya bırakıldı.  Adada, 80 binden fazla köpek, açlığa, susuzluğa ve sıcağa terk edildi. 3 ay boyunca da, Hayırsız Ada’ya tekne ile yeni köpekler götürülmeye devam edildi.  Hayvanların ulumaları, acı iniltileri, taa İstanbul sokaklarından duyulur oldu. Bir süre sonra, sıcaktan, açlıktan ve birbirlerini parçalayarak ölen hayvanlardan hiç ses gelmez oldu…

Halk, bu yaşananlardan çok rahatsız olmuştu. Ama elden bir şey gelmemişti. Nitekim, beklenen uğursuzluk pek gecikmedi; Balkan harbi başladı.

Bugün geçmişe baktığımızda, tarihe geçen o kara lekenin, uğursuzluktan başka hiç bir getirisi olmadığını söylemek mümkün. Toplu itlaf, işi kökünden bitirebiliyor olsaydı, bugün sokak hayvanlarımız olmazdı.

Bugün, Osmanlı halkının o merhametinden, adaletinden eser yok; beldelerde yaşanan toplu itlaflar, hayvanlara karşı işlenen şiddet suçları, tecavüzler var. Mahalleler, sokaktaki hayvana verilecek bir kap su – yemekten imtina eden, vereni de şikayet eden, kuşun sesinden dahi rahatsız olan insanlarla dolu…

Oysa ne güzeldi o Osmanlı günlerindeki hayvanlara karşı hassasiyet ve sevgiyle yaklaşan Osmanlı halkı… Mahlukatı beslemenin, korumanın, gözetmenin bir bereket, bir hayır kapısı eşiğinden geçmek olduğuna inanan o güzel insanlar! Şimdi neredesiniz???


Yorumlar(0)