/ /

Deniz Gezmiş’in Vasiyeti

6 Mayıs 2013

Hale Kıyıcı

Üç fidana, üç avuç toprak…

 

40 yıl sonra ilk defa 2 ay 10 günde yargılanıp infazlarına karar verilen Hüseyin İnan-Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan’ın sabaha karşı toprağa verildiği Karşıyaka mezarlığına gitmeden önce Taylan’ın toprağa verildiği cebeci asri mezarlığına gittik. Ben, Mustafa Lütfi ve 12 Mart’ı beraber cezaevinde geçirdiğimiz İmdat Balkoca ile Taylan’ın yattığı yerden alacağımız üç avuç toprağı onların mezarına serpiştirmekti amacımız. İdamların yapıldığı günün öncesi olan 5 Mayıs’ta bu vasiyeti yerine getirmek istedik.

 

Habertürk televizyonunda Tayfun Gönüllü ve Beyza Gözeyik’in beraber hazırladığı “Fidanlar Kırılırken” yapımında idamlarda nerede ve neler yaşadığımız içerikli soru ile başlayan o anı 40 yıl geriye götürerek sormaları ise bir ilkdi. Şimdiye kadar idamlarla ilgili birçok belgesel yapılmıştı ama bu ekibin olayların insani boyutunu ele almaları enteresandı. Söyleşiye davet edilenlerden lider olmaları istenmiyordu. Zira bu konularla ilgili o kadar çok şehir efsaneleri yaratılmıştı ki… At izi-it izine karışmıştı.

 

Taylan’ın Cebecide yattığı yere giderken yanımızda bu vasiyeti belgelemek üzere bir tek Tayfun Gönüllü’ nün çalıştığı televizyon/ HaberTürk vardı. “Fidanlar Kırılırken” söyleşisi için gittiğimizde tanışmıştık Tayfun Gönüllü ve Beyza Gözeyik ile. Deniz’in vasiyetini yerine getirmemiz mümkün değildi ama üç avuç toprakta sembolik olarak yeterli idi. Bana ve eşime güven duygusu veren bu ekibin talebini geri çevirmedik ve bir gün sonra bu anın belgelenmesi için sözleştik ve HaberTürk’den Ankara muhabiri Çimen Çetin ve arkadaşları kayda geçti. Deniz’in mezarına Mustafa Lütfi, Yusuf’un mezarına İmdat, ben de Taylan’ın sevgili arkadaşı Hüseyin’in mezarına Taylan’ın mezarından aldığımız üç avuç toprağı serpiştirdik. Taylan’ın çok sevdiği leylak çiçeklerini de bıraktık.
Başka bir kanalda Deniz ile ilgili yapılan belgesel, Deniz’i 1963 yılından beri tanıyan ve Türkiye İşçi partisine üye olması, Üniversite camiasında devrimci grupla tanıştıran Ömer Erim Süerkan’ı bile çileden çıkarmıştı. Deniz’in anlatıldığı belgeselde “en yakın arkadaşı olarak” Deniz’in son bir yılını anlatanlardı… Yayına bağlanmak istediğini ve bağlanamadığını anlatırken ki öfkesi anlatılacak gibi değildi. Bilgi kirliliği had safhada idi…

 

İstanbul’daki arkadaşları ile 1965/66 yılından itibaren yol arkadaşlığı, Devrimci Hukuklular, Devrimci Öğrenci Birliği, Fikir kulüpleri ve Dev-Genç sürecinde Deniz’i tanımak farklı, 1970 Eylül sonundan Bursa cezaevinden çıkışla tutuklandığı 17 Mart 1971 gününe kadar geçen 6 aylık sürede ve bir kampüste tüm iç dinamiklerden uzakta öğrenci kesimi ile beraber olmak çok faklı olmalıdır. Deniz anlatılırken 1963-1970 ve Bursa cezaevinden çıkışla beraber olan mücadelesi ayrıştırılmalıdır. Yolları ayrılmış bile olsa 12 Mart sürecinde 2 sayı çıkabilen Mustafa Lütfi’nin çıkardığı Türkiye Solu dergisinde Mustafa Lütfi’nin yazdığı “Selam Onlara” ve THKO olayı yazıları okunduğunda sanırım her şey anlaşılır. Bu yazı İstanbul sıkıyönetim Komutanlığı tarafından 142.maddeden yargılanması için açılan soruşturmada bilirkişi olan ceza hukuku hocaları 146 yani idamla yargılanmasını uygun görmüşlerdi.

 

Israrla Deniz’i İstanbul’daki DÖB kökenli arkadaşlarından ayrı tutmak ve cuntacılıkla suçlamak devrimci dürüstlükten uzak düşen bir tavırdır. Deniz İstanbul’dan gitmeden önce sadece, Mustafa İlker Gürkan ile konuşarak ayrılmıştır. Gürkan da bilindiği gibi Doğan Avcıoğlu’nun görüşlerinin etkisindeki bir arkadaşıdır. DÖB kurucuları içersinde “cuntacı” ararsak bulamayız. Kurucuları 12 kişi olan DÖB içersinde 1 nolu Denizden sonra Cihan Alptekin vardır. Kim olduğu’ nu anlatmaya gerek var mı? 3.numarada Ahmet Özdemir vardır. Filistin’de Bora Gözen ve yine DÖB ‘lü olan Yücel Özbek ile birlikte bulunduğu kampta İsrailliler tarafından şehit edilmiştir. Kurucular arasında bulunan Mehdi Beşpınar, Saim Kurul’un darbecilikle alakası yoktur. Selahattin Okur ilk günlerden itibaren DÖB kadrosunun dışında durmuştur. Eray ve Ender aile baskısı ve hareketin yoğunlaşması sonucu ayrılmıştır. Gene baskılar üzerine Cevat Ercişli ilginç bir şekilde derneklerden sorumlu vali yardımcısına DÖB’den istifa ettiğine dair dilekçe vermiş ve uzak durmuştur. DÖB’ün diğer Deniz’i Çamlıbel ise Samsun Ankara yürüyüşünden sonra kadrodan ayrılmıştır.

 

DÖB kadrosunun önemli unsuru ve Deniz’i TİP’e üye olmaya ikna eden ve Deniz’in İlçe sekreteri olmasını sağlayanlardan DÖB’ lülüğü tartışılmaz olan Ömer Erim Süerkan ise Marmara Trakya İşçi Birliğini oluşturan, TİP İstanbul İli yönetiminin kazanılmasında önemli unsurdur. Bu bilgi ve kazanımları sonradan yer aldığı THKP-C’ye aktaran önemli bir kişidir. Sorguda verdiği sınav örnektir ve Cezaevinde Mahir’in de bulunduğu sırada “özeleştiri ortamının “ yaratılmasını teklif eden tek kişidir. Bu önerinin geçiştirildiğini söylemeye gerek yoktur.

 

Ömer Erim’in kızgınlığı THKO’lu sıfatı tartışılmayacak ama eylemdeki konum, durum ve sorumluluğu bilinen kişilerin “Deniz’in en yakın arkadaşı” olarak ortada gezerken, Deniz’i Deniz yapan ve 65/66 yılından Ankara’ya geçtiği 70 yılı Eylül ayına kadar yol arkadaşlığı devam edenlerin dikkate alınmaması/yok farz edilmeye çalışılmasıdır. Hatta “ Deniz darbeci arkadaşlarından ayrılarak Ankara’ya THKO’yu kurmaya geldi! “ diyebilecek kadar örgütünün tarihini de bilmemesidir.

 

Nurhak’ta Sinan’ların katledilmesi operasyonunu yöneten, emeklilikten sonra Cumhuriyet gazetesi Ankara bürosu idare amirliğini yapan Em. Albay. Yılmaz Erkekoğlu’nun anlattıkları ve tanıklığı ise ilginç, anlamlı ve üstü örtülemeyecek bir konudur. Sohbetlerde ve kitabında anlattıklarını yok sayarak meydanlarda eline mikrofon alanlara kapağını açmak istemediğimiz bir cevaptır.
Bu kadar detay vermem eşim Mustafa Lütfi’nin yazdığı yayına hazırlanan anıları bilmiş ve okumuş olmamdandır. Ömer Erim’in zapt edilmez öfkesine defalarca tanıklık etmemdendir.

 

Biz 5 Mayıs 2012’ye dönelim.
6 Mayıs’ta Karşıyaka mezarlığına gittiğimizde CHP ve gençlik örgütlerinde katıldığını gördük. CHP’nin “Tek Yol Devrim” sloganı ise bizleri epey güldürdü ama var olan gençlik ise umut vaat etti. Gençlik tabanının her şeyin farkında olması ise gerçekten önemli idi. Müslüman devrimcileri kortejlerde görmek ise sevindirici idi. Pankartları yoktu ama kortejlerde vardılar. Beşiktaş Çarşı grubu ise her zamanki gibi heyecan dolu idi. Devrimci 78’liler grubu ise, 68 dayanışma derneği flamasının önüne geçmek için gösterdikleri çıkış ile hafızama kazındı.

 

Televizyonlarda idamlarla ilgili yapılan söyleşileri izlemek için yüreğinizin dayanması lazım.
Deniz’in devrim gazetesinde çıkan söyleşisini yazan Uluç Gürkan ve Hasan Cemal ise hala “biz bu söyleşiyi kendi görüşlerimiz doğrultusunda kafamıza göre yazdık, altına da Deniz Gezmiş imzası attık” diyemeyecek kadar korkaklar. Bu yazıyı her seferinde gündeme getiren zavallılara ise söyleyecek laf bulmak epey zor. Hâlbuki biraz araştırsalar Mustafa Lütfi’ni bu yazıyı tekzip ettiğini öğrenecekler. Onlar google doktorluğu yapanlar gibi, google gazeteciliğini kendilerine iş edinenlerlerdendi. Onlarında geçim kaynağı bu… Yaşamlarını böyle idame ettirmeye alışmış bir avuç acınacak insan.

 

Bu üç günlük yol haritası bizi epey yormuştu. Yataklı trenle İzmir’e gidip Zühre-Mehmet Sürücü arkadaşlarımızda mola verip Tepecik’te ağaçların arasında bir kır lokantasında yediğimiz kuru fasulye ise harika idi. Az kuru-az pilav her zaman en güzel yemekti.

 

Acılar kabuk bağladığı zaman sanılanın aksine insan yüreğini daha çok acıtıyor… Birileri bu yaraların kabuğunu koparmaya kalktığında gelen kan taptaze…

 

Hale Özgür Kıyıcı
[email protected]

 


Yorumlar(1)

  • Anonim

    Acılar kabuk bağladığı zaman sanılanın aksine insan yüreğini daha çok acıtıyor… Birileri bu yaraların kabuğunu koparmaya kalktığında gelen kan taptaze…ne güzel bir tarif ne kadar doğru